
HAYVANLARI KORUMA GÜNÜ (4 Ekim)
Canlılar dünyası; insanlardan,
bitkilerden ve hayvanlardan oluşur.
İnsanlar eskiden beri hayvanlarla
ilgilenmişlerdir. Kütüphanelerimizde içi
yalnız hayvan resimleriyle dolu
ansiklopedilerimiz de vardır. Bu
ansiklopedilerde hayvanların;
özellikleri, beslenmeleri, bakımları,
çoğalmaları, hastalıkları ve yararları
anlatılır.
Hayvanlar, duyu ve hareket yetenekleri
olan canlılardır. Hayvan dostları ilk
kez İngiltere'de 1822 yılında bir araya
geldiler. Hayvanları korumak, insanların
hayvanlara iyi davranmalarını ve
hayvanların daha iyi koşullarda beslenme
ve korunmalarını sağlamak amacıyla
Hayvanları Koruma Birliği'ni kurdular.
Yurdumuzda Hayvanları Koruma Derneği
1908 yılında kuruldu. Aynı amaçlı
dernekler birleşerek Hollanda'nın
başkenti Lahey'de Dünya Hayvanları
Koruma Federasyonu'nu oluşturdular. 1931
yılında toplanan bu kuruluş 4 Ekim'i
Hayvanları Koruma Günü ilan etti.
İlk çağlarda insanlar, hayvanlardan
korkuyorlardı. Hayvanlardan korunmak
için evlerini dağların yamaçlarına,
kayalıklara kuruyorlardı. Zamanla
insanlar hayvanlara yaklaştılar.
İnsanlar daha ilk çağda kedi, köpek, at,
koyun, sığır, keçi gibi hayvanları
evcilleştirdiler. Evcilleşen hayvanlar,
insanların yardımcısı oldu. Pek çok
kitapta, filmlerde, sahipleri için
canını veren hayvan öykülerini okur,
izleriz. Hayvanların sahiplerine
bağlılıkları, hayvan sevgisinin doğup
büyümesine yardımcı oldu. Hayvanları
seven insanlar, hayvan hastalıklarını
iyileştirmek için çalıştılar. Bugün
uygar ülkelerde hayvan hastaneleri
kurulmuştur. Veterinerler hayvan
hastalıklarını belirleyip
iyileştiriyorlar. Hayvan hastalıklarına
karşı önlem alınıyor. Hayvanları
hastalıklardan korumak için aşı
yapılıyor.
Başlıca besinlerimiz olan et, süt,
yumurta, yağ hayvanlardan sağlanır.
Giyeceklerimizin bir bölümü de
hayvanların derisinden, yün ve
tüylerinden yapılır. İnsan sağlığı için
gerekli olan aşı ve serumun yapılmasında
da hayvanlardan yararlanılır.
Kafesteki kanaryanın ötüşünü dinlemek,
akvaryumdaki balıkları seyretmek bizi
dinlendirir. Çiçekten çiçeğe, ağaçtan
ağaca dolaşan böcekler, bitkilerin
çoğalma olayına yardımcı olur.
Çevremizdeki hayvanlardan doğrudan
doğruya veya dolaylı olarak
yararlanıyoruz. Kuşkusuz akrep, yılan
gibi zararlı hayvanlar da vardır. Bu
zehirli hayvanlardan kendimizi
korumalıyız.
Hayvanları sevenler, insanları daha
içten severler. Hayvan dostları mutlu
olmayı sevgide ararlar. Hayvanları
koruyalım. Hayvanlara eziyet etmeyelim.
Hayvanları sevelim. Onlara yardımcı
olalım. Hayvanları Koruma Günü'nde
öğrendiklerimizi yaşam boyu uygulayalım.
Yeryüzünde pek çok hayvan yaşar.
Bunların bir kısmı evcilleştirilmiştir.
İnsanlarla birlikte yaşarlar. Evcil
olmayanlar, başıboş, kontrolsüz dağ,
bayır gezer dururlar.
Hayvanların insanlara faydaları çoktur.
Onlardan et, süt, yumurta, yağ, peynir,
bal, sucuk gibi besinler elde ederiz.
Bazı hayvanların gücünden yararlanırız.
Bazılarının derisinden, tüyünden,
gübresinden faydalanırız.
Evin kedisi evdeki zararlı böcekleri ve
fareleri yakalar. Köpek evimizi ve
hayvanlarımızı korur, bize bekçilik
yapar. Tavuğun yumurta ve etinden,
horozun sesinden, tüyünden ve etinden
faydalanırız. At, eşek ve katır gibi
hayvanların gücünden faydalanırız,
yüklerimizi taşırlar, arabalarımızı
çekerler, bizi de taşırlar. Manda, inek,
koyun bize süt, et verir. Öküz
tarlamızı, harmanımızı sürer, arabamızı
çeker.
Bilim adamları hayvanlar üzerinde
deneyler yaparlar. İnsanlık için faydalı
olacak buluşlarını bu deneyler sonunda
ortaya çıkarırlar. Hayvanların bu
bakımdan insana faydası vardır.
Bize pek çok faydaları olan hayvanları
biz de sevelim ve koruyalım. Onları
rahatsız etmeyelim. Yaralı ve hasta
olanları hemen veterinere götürelim.
Hayvanlara iyi bakıp besleyelim.
Her yıl Ekim ayının 4. günü "Hayvanları
Koruma Günü" olarak kabul edilmiştir. O
gün gelince okullarda, radyo ve
televizyonlarda hayvanların faydaları
üzerinde konuşmalar yapılır. Hayvanlara
karşı nasıl davranılması gerektiği
anlatılır.
HAYVANLARIN KORUNMASI İÇİN NELER
YAPALIM?
* Zor durumda kalmış hayvanları
koruyalım. Onların bakımına yardımcı
olalım.
* Bakımını üstlendiğimiz hayvanların
yiyeceklerini, içeceklerini düzenli
verelim. Aşılarını zamanında yaptıralım.
* Hayvanlara eziyet edilmesi insanlıkla
bağdaşmaz. Öte yandan bu davranış
yasalarımıza göre suçtur. Bu suçu
işleyenleri uyaralım.
* Kuşların, karıncaların yuvalarını
bozmayalım. Yumurtalarını almayalım.
Avlanma mevsimi dışında kesinlikle av
hayvanlarını avlamayalım.
* Hayvanları korkutmayalım,
ürkütmeyelim. Onlara şakadan da olsa
eziyet etmeyelim.
* Bakamayacağımız hayvanları eve
almayalım. Biz almazsak belki
bakabilecek biri alır.
* Yiyecek artıklarımızı, özellikle
ekmeği, çöplüğe atacağımıza yakınımızda
bulunan hayvan besleyicilerine verelim.
* Sapanla kuş avlamayalım. Avlamak
isteyenlere engel olalım.
*HAYVANLARI KORUMA GÜNÜ KONUŞMA METNİ*
SEVGİLİ ARKADAŞLAR!
Hayvanların, insan yaşamında büyük
önemi vardır. İlk evcilleştirilen
hayvanın köpek olduğu sanılıyor. Sonraki
zamanlarda ise koyun, keçi, at, boğa,
tavuk ve kedi gibi hayvanlar
evcilleştirilmiştir.
Her canlının, doğadaki dengenin
korunmasında bir rolü vardır. Soyları
bilinçsizce tüketilen canlılardan sonra,
doğada büyük sorunlar yaşanmaya
başlamıştır. Artık günümüzde, nesilleri
tükenmekte olan hayvanları korumak için
büyük gayretler gösterilmektedir.
Sevgili arkadaşlar! Hayvanlara işkence
yapmak bir insanlık suçudur. Hayvanlara
acımayanların, insanlara hiç
acımayacağını söylüyor bilim adamları.
Zor durumda kalmış hayvanlara mutlaka
yardım etmeliyiz. Kuşların, karıncaların
yuvalarını bozmak, yumurtalarını almak
çok kötü bir davranıştır. Hayvanları
korkutup ürkütmek, sapanla kuş vurmak,
şakadan da olsa istemedikleri gibi
davranmak da çok kötüdür. Bakımını
üstlendiğimiz hayvanların yiyeceklerini,
içeceklerini düzenli vermeli, aşılarını
yaptırmalıyız. Yiyecek artıklarını,
hayvanlara veya hayvan besleyicilerine
vermeliyiz.
Hayvanlara daha iyi davranılmasını
sağlamak isteyen İngiliz hayvan
severler, 1822 yılında bir araya gelerek
“Hayvanları Koruma Birliği”ni kurdular.
Hayvanları koruma amacıyla yurdumuzda
açılmış olan ilk dernek, 1908 yılında
kurulmuş olan “Hayvanları Koruma
Derneği”dir. Dünyadaki hayvan koruma
derneklerinin bir araya gelerek
oluşturdukları “Dünya Hayvanlarını
Koruma Federasyonu”, 1931 yılında
yaptığı toplantıda, 4 Ekim gününü
“Hayvanları Koruma Günü” olarak ilan
etti.
Hayvanları Koruma Günü’nün amacı;
hayvanlara karşı sevgi ve acıma
duyguları uyandırmak, onları korumak ve
haklarına saygı duyulmasını sağlamaktır.
Hayvan sevgisi, insandaki yardımlaşma,
iyilikseverlik ve sevgi gibi duyguları
geliştirir.
Bugün bir hayvanı sevindirmeye ne
dersiniz?
Hoşça kalın, sevgiyle kalın!
*HAYVANLARI KORUMA GÜNÜ OKUMA PARÇASI*
BONCUK
Bir sabah annem bana güzel bir müjde
verdi:
- Zeynep, sana güzel bir haberim var.
Senin de bir kedin olacak!
Aylardır beklediğim bu müjdeyi duymamla,
can sıkıntım birden kayboldu.
Nasıl da canım sıkılıyordu. Yaz tatili
nedeniyle okula gitmediğim için bütün
gün evdeydim. Sabah geç kalkıyor, akşamı
zor ediyordum. Günler geçmek bilmiyordu.
Beni oyalayacak bir şey istiyordum.
Demek artık benim de besleyip bakacağım,
bana ait, güzel bir kedim olacaktı.
Bütün gün, annemden bu kedi konusunu
tekrar tekrar anlatmasını istedim.
Beni mutlu etmekten kendisi de mutlu
olan annemi dinliyordum.
— Bugün, Adapazarı’ndan teyzenle
telefonda görüştüm. Komşuları Hatice
Hanım’ın Minnoş isimli kocaman siyah bir
kedisi varmış. Hatice Hanım’ın uzun bir
süre, evinden ayrılmaları gerekiyormuş.
Dolayısıyla Minnoş’u teyzeme bırakmak
istemiş. Teyzen de, zaten biliyorsun,
kedileri çok sever. Kabul etmiş.
Annemin sözünü tamamlamaya fırsat
vermeden olanca sesimle:
- Anne, anne Minnoş’u almaya ne zaman
gideceğiz? Diye haykırdım.
Benim bu kadar sevineceğimi bilemeyen
annem hayretle gözlerini açarak;
- Dur kızım, diye seslendi. Minnoş’u
değil, onun yavrusunu alacağız.
Daha sonra annem Minnoş’u anlatmaya
devam etti:
- Minnoş, teyzenlere gelince
suskunlaşmış. Sevdiklerinden ayrılan
insanlar gibi sessiz ve garip olmuş.
Zavallı hayvan, bir hafta sonra
doğuracakmış. Karnı koskocamanmış.
Annemin uzun süren bu anlatımı bir
yandan beni meraklandırıyor, diğer
yandan sıkıyordu. Duramadım, yine
sordum:
- Anne Minnoş’u ne zaman alacağız?
Annem sabırla başını sallarken;
- Anlatıyoruz ya, dedi. Sonra şöyle
devam etti:
- Minnoş birkaç gün sonra yavrularını
dünyaya getirmiş. Küçücük, minicik dört
yavru kedi. Minnoş, bir yandan minik
yavrularını beslerken, öte yandan, bazı
garip davranışlarda bulunuyormuş.
Bir gün teyzen, “Miyav miyav” diye
bağıran minik yavruların sesi üzerine
merakla küçük odaya girmiş. Bir de ne
görsün, Minnoş yok... “Minnoş! Minnoş!”
diye seslenmiş. Ama onu bulamamış. O
sırada kapı çalınmış. Teyzen kapıyı
açtığında, kapıda komşularının oğlu
Küçük Ömer’i görmüş.
Ben merakla annemin anlattıklarını
dinliyordum.
“Ömer, Teyzen’e kötü bir haber vermiş.
İri yarı bir adamın Minnoş’u arabasına
atıp götürdüğünü söylemiş.
Annem:
- Herhalde zavallı Minnoş gerçek
sahibini özleyip dışarı çıkmış olmalı,
dedi. Hain bir adamın kendisini
çalacağını ne bilsin?
Minnoş’un kaçırılışına üzülmüştüm. Ama
aklım Minnoş’un minik yavrularındaydı.
Teyzem bu yavrulardan birini bize
verecekti. Artık anneleri olmayan minik
kedilerden birini ben, diğer üçünü ise
Ömer, Mürşide ve Ünzile büyütecekti.
Nihayet beklenen gün gelmişti. Ailece
Teyzemlere tatile gidecek, Ankara' ya
gelirken de yavru kediyi getirecektik.
Yol, bir türlü geçmek bilmiyordu.
Akşam saatlerinde Adapazarı’na vardık.
Teyzemleri evde bizi merak içinde
beklerken bulduk.
Günlerdir özlediğim minik kedimize
koştum hemen. Bir de ne göreyim? Dört
minik yavru! Değişik renklerde minicik
dört kedi birbirlerine sokulmuş
miyavlıyorlardı.
Ben, ağabeyim Emre, annem ve babam,
teyzemlerle birlikte bu güzel manzarayı
seyrediyorduk. Bir süre sonra teyzemin
kızı Ünzile, elinde dört biberonla
birlikte geldi. Biberonları aramızda
paylaştık. Küçük yavrulara biberonlarla
süt vermeye, onları doyurmaya başladık.
Onların biberonlarla süt içişlerini
seyretmek ne güzeldi! Önümüzde birbirine
sarılmış dört minik kedi, ellerimizde
dört biberon... Onları doyurmanın
zevkiyle neşeliydik.
Tatil günlerinin ne kadar çabuk
geçtiğini bilirsiniz.
Tatilimizin bitmesine birkaç gün kala
Ankara’ya döndük.
Nüfusumuz artmıştı. Artık altı kişilik
bir aileydik. En küçük canlımız,
evimizin yeni misafiri Boncuk’tu.
Günlerimiz Boncuk’la geçiyordu. Onu
sütle beslemek, severek uyutmak, onun
sesi ile uyanmak...
Bal rengi gözleri, minicik pembe
ayakları, yumuşacık, bembeyaz tüyleri
ile Boncuk hayatımızın bir parçasıydı.
Kimi akrabalarımızın, komşularımızın
kedi sevmemelerini bir türlü
anlayamıyordum. Bu güzel, bu sevimli, bu
evcil yaratıklar nasıl sevilmezdi!
Annem bir ara Ebu Hüreyre adlı bir
sahabenin kedileri çok sevdiğini, bu
nedenle de “kedicik babası” anlamına
gelen Ebu Hüreyre lakabıyla anıldığını
söylemişti. İşte, o günden beri kedi
sevgim daha da artmıştı.
Aradan günler, aylar geçti. Boncuk
büyüdü. Onunla oyunlar oynamaya
başladık. Bizimle oynarken, elimizi
acıtmadan ısırıyor, oyun gereği bizi
korkutuyordu. Evimizin mutluluğu onun
sevgisiyle daha bir büyümüştü. Pişmiş
akciğer, yumurta, dondurma, baklava en
sevdiği yemekleriydi. Boncuk’la yalnız
evde değil bahçede de oynuyorduk.
Kovalamaca oynarken, tarladan geçen ve
kendinden büyük, iri bir köpeği nasıl da
kovalamıştı! Evde büyüyen Boncuk,
sanırım köpeğin nasıl bir hayvan
olduğunu bilemiyordu!
Boncuk, sokakla ilk tanıştığında, otlara
korkudan basamıyordu. Tuvalet ihtiyacı
geldiğinde, koşa koşa eve geliyor, sonra
yine sokağa çıkıyordu.
Bahçedeki oyun sonralarında pencereye
çıkarak camı tıklatan Boncuk, günün
birinde eve gelmedi.
Ailece merak ettik. Akşam, gece oldu.
Boncuk, yine yoktu.
Ertesi gün, kapıyı açtığımızda Boncuk
karşımızdaydı. Bir günlük özlemle
hepimiz ona sarıldık, o da bizi yaladı
durdu.
Günlerdir evimizde bir hareket vardı.
Ailece yeni taşınacağımız eve gidip
geliyor, yeni evi temizliyor, eşyaları
topluyorduk. İşte, o günlerin birinde
Boncuk yine bahçeye çıkmıştı. Ben
dersimle ilgileniyordum. Saatler geçtiği
halde, Boncuk yine eve gelmemişti.
Hepimiz meraktaydık. Bütün mahalleyi
birkaç gün aradık. Boncuk'a bir şey mi
olmuştu? Yoksa o da annesi Minnoş gibi
kaçırılmış mıydı, bunu bir türlü
çözemedik.
Evimize ayrı bir neşe katan Boncuk,
bembeyaz, yumuşacık tüyleri, bal rengi
gözleri, sevimli yüzü ile gözümün
önünden gitmiyordu.
Onunla ne kadar güzel oyunlar oynardık.
Can sıkıntısı içerisinde somurttuğum
sıralarda oyunbaz tavırlarla yanıma
gelip ayaklarımı, ellerimi acıtmadan
ısıran, tırnaklarını içine çekerek
tokalaşan, önüne atılan bir kâğıt
topağı, bir ip yumağı ile oynayan, sinek
avlamaya çalışan Boncuk’un yokluğunda
onu ne kadar çok sevdiğimizi bir kere
daha anladık.
— Acaba Boncuk, bizim evden taşınmamızı
mı istememişti? Bu isteğini bizden önce
evi terk ederek mi göstermek istemişti?
Kim bilir!
Şimdi nerede bir kedi görsem, gözümde
Boncuk’un hayali canlanır, onu özlemle
hâlâ beklerim.
Rıfkı Kaymaz
*HAYVANLARI KORUMA GÜNÜ GÜZEL SÖZLER*
* Arı bal alacak çiçeği bilir.
* Hayvanlar en uysal dostlarımızdır.
* Hayvanlar sevildiğini bilir.
* Karıncadan ibret al, yazdan kışa
hazırlan.
* Kedi beslemeyen, fareleri besler.
* Canlı hayvana işkence edene lanet
olsun. (Hadis-i Şerif)
* Yılanlar gibi akıllı, güvercinler gibi
saf olun. (hz. İsa)
* Arı da yılan da aynı çiçekten
yararlanır. (Metastaise)
* Kuşlar, doğa denen annenin güzel
çalgıcılarıdır. (Gavin Douglas)
*HAYVANLARI KORUMA GÜNÜ ŞİİRLERİ*
KEDİM
Ne güzel bir kedisin,
Mırıl mırıl edersin.
Gözlerin ateş saçar,
Seni gören fareler kaçar.
Kuyruğunu sallarsın,
Delikleri koklarsın.
Sen de olmazsan eğer,
Evlerde hep fare gezer.
Arife HANCI
TEKİR İLE MİNİK KUŞ
Tekir kedi acıkmış,
Bir ağaca tırmanmış,
Avını düşünerek,
Beklemeye başlamış.
Biraz sonra kuş gelmiş,
Kediye "cik, cik" demiş,
Tekir ona acımış,
Minik kuşu yememiş.
Ülker ORDU
YARARLI HAYVANLAR
Çevremizde dolaşır,
Çeşit çeşit hayvanlar.
Bizlere pek çoğunun,
Sayısız yararı var.
Kedi, fare yakalar,
Bazen de eğlendirir.
Kuşlar ötüşleriyle,
İç açar, neşe verir.
Sadık köpeklerimiz,
Bekçidir bahçemizde.
Kümes hayvanları çok
Yarar, beslenmemize.
İnek, koyun süt verir,
Doyarız etleriyle.
Koyun, keçinin yünü,
Bizi ısıtır böyle.
At, sığır, keçi de pek,
Faydalı yaratıklar.
Bir de deniz ürünü,
Taze, güzel balıklar.
Vefa ÇAĞAN
GÖÇMEN KUŞLAR
Gittiniz hep dizi dizi,
Bıraktınız ülkemizi,
İlkbaharda gene gelin,
Unutmayın sakın bizi.
Gelmeden kış, yağmadan kar,
Gidin, gidin güzel kuşlar,
Uzak güney illerinde,
Bol yiyecek, bol güneş var.
Türkülerle gidersiniz,
Kim gösterir size yol, iz?
Ürkütmez mi kalbinizi,
Yüce dağlar, coşkun deniz?
Gökte olup sıra sıra,
Kayboldunuz ufuklarda,
Göçmen kuşlar, güzel kuşlar,
Yine gelin ilkbaharda!
Zeki TUNABOYLU
RENGİN
Beyaz kedim,
Siyah kedim,
Sarı kedim,
Adı "Rengin" olsun dedim.
Rengin ablamın adıdır;
O şimdi kızacak bana,
Fakat öğretmenim söyledi ya?
Rengin demek renkli demek,
Bunda ne var gücenecek?
Lâkin ablam,
Rengin ablam.
Hain ablam.
Sofra başında dün akşam,
Astı bana çehresini.
Belki biraz hakkı vardı,
Çünkü Rengin onun adı,
Fakat ne var gücenecek;
Rengin demek, renkli demek;
Benim kedim de üç renkli,
Hem de benekli.
Beyaz kedim,
Siyah kedim,
Sarı kedim,
Adı "Rengin" olsun dedim.
Tevfik FİKRET
LEYLEK
Akşam oldu, sen de yuvana döndün
Ayrı ayrı doyurdun yavrularını.
Artık rahatsın Hacı Leylek
İstediğin gibi takırdatabilirsin
gagalarını!
Hep yollarda mı geçecek ömrün?
Yazın burda,
Kışın başka yerdesin.
Yuvandan ayrılacağın için mi
Böyle düşüncelisin?
Nasıl dayanıyor o uzak yola
Zayıf vücudun ,
İnce, uzun bacakların?
Söyle hangi memlekette geçirecek
O güzelim yazı, yavruların?
Yalnız biz değiliz seni seven
Bak, ne kadar üzülüyor gidişine
Şu çiçekten çiçeğe konan kelebek.
Baharı erken getir bahçemize
Olmaz mı Hacı Leylek?
Şükrü Enis REGÜ
KUŞLARLA
Kuşlar uçar,
Ben koşarım;
Onların kanatları var,
Benim kanadım kollarım.
Kuşlar kanadını çırpar,
Ben de kolumu sallarım…
Uçun kuşlar, uçun kuşlar;
Hepinizle yarışım var!
Uçtu kuşlar,
Bende koştum;
Koştum yarı yola kadar;
Ta önüme bir uçurum
Çıktı, orda kaldım naçar.
Yoo, çekemem öyle kurum!
İsterseniz, haydi tekrar
Yarışırız… Uçun kuşlar!
Tevfik FİKRET
SERÇELER
Bir gün gelir, geçer bu geceler
Tırtıllar tırmanır yapraklara
Damla damla sızmaz dudaklara
Kalbin kaynağından bu heceler
Alnı işleyerek düşünceler
Gözyaşı döker zambaklara
Ve üşüşür olgun başaklara
Akşamın dallarından serçeler.
Ahmet Muhip DIRANAS
KUZUM
Mini mini bir kuzum var,
Çayırlarda gezer oynar.
Hep arkamdan koşar, gelir,
Yaramaz pek neşelidir.
Yanından ayrılsam biraz,
Hemen yanık yanık meler.
Kırdaki otlara doymaz,
Daha ister neler neler.
Şeker, arpa, fıstık, üzüm,
Çokbilmiştir iki gözüm.
Dr. Ali Rıdvan UNAR
KİRPİCİK
Nereden gelmiş, niçin gelmişse,
Bir kirpicik gelmiş sokağımıza.
Herkeste bir merak, bir telaş,
Sorup duruyorlar “Ayol bu da ne?
Bir fenalık yapmasın sakın,
Başını çıkarıyor, bakın, bakın...”
Elbette çıkaracak başını,
Bunda şaşılacak ne var!
Kirpi olduysa n’olmuş sanki
Hep tostoparlak mı dursun,
Hep yeraltında mı otursun,
Onun hakkı yok mu?
Bu sokaktan geçmeye,
Salına salına gezmeye.
Haydi, git yuvana dost kirpicik, haydi
git
Hiç korkma.
Bizim olduğu kadar da senindir,
Bu güzel dünya.
Hasan Latif Sarıyüce
KELEBEK
Yel estikçe uçuşan
Yapraklara benziyor.
Durmadan yorulmadan
Daldan dala geziyor.
Kanatları ipektir,
Bozulur dokununca.
Sanki canlı çiçektir,
Açar bahar olunca.
Ben onu çok severim.
Koşup tutmak isterim.
Fakat kaçar yaramaz,
Uçmadan yaşayamaz.
Hasan Ali Yücel
ARILAR
Emdiniz arılarım elma çiçeklerini,
Doldurdunuz bahçenin bütün peteklerini,
Şimdi tutun baharın, tutun eteklerini,
Gökte vızıldayarak uçun, uçun arılar.
Beyaz beyaz dallara, çiçeklere kondunuz,
Tepelere çıktınız, ovalara indiniz,
Bir bu çiçekten emip, bir bu ota
döndünüz,
Haydi tepemden, halka halka geçin
arılar.
Böğürtlenler içinde altın bir eviniz
var,
Odalarınız sarı sarı balla doldular,
Beni de evinize davet edin bu bahar,
Sofranızda bana da bir yer açın arılar.
Ceyhun Atuf Kansu
BALIKLAR
Şaşıyorum şu küçük balıklara.
Nasıl yaşıyorlar denizde
Böyle ömürlerinin sonuna kadar?
Hiç merak etmiyorlar mı yeryüzünü,
Doğan ayı, batan günü?
Sudan başka yer bilmiyorlar,
Ne mevsimlerin değiştiğinden,
Ne günlerin geçtiğinden haberi var.
Kıskanıyorum şu ufak balıkları:
Onların bizim gibi
Ne eli, ne ayağı var!
Şükrü Enis Reg
GÜVERCİNİM
Bulutlardan mı aldın,
O bembeyaz rengini?
Güvercinim al getir,
Bize uzat engini.
Hu diyerek kulak ver,
Yıldızların sözüne.
Beyaz güvercinim uç!
Masmavi gökyüzüne.
Birlikte kanat vurun,
Uçuşun dizi dizi!
Güvercinim taşıyın,
Göklere sevgimizi.
Sevgimiz gök çiçeği,
Kokusu mis, rengi ak.
Güvercinim al beni,
Uçur, maviye bırak!
Rıfkı Kaymaz
YAVRU KUŞ
Yuvasından aldığın şu zavallı yavru kuş
Annesini bekliyor, yemek getirsin diye;
“Yavrum benim!” diyerek kendine versin
diye.
Bu evde sen olmazsan ben de çok
üzülürüm;
Hasta olur yatarım, yok belki de ölürüm.
Yavru kuşun annesi yuvasına dönünce
Yavrusunun yuvada yokluğunu görünce
Üzülmez mi? A benim güzel oğlum, bir
tanem
Koy şunu yuvasına!
— Benim kuşum bu, vermem!
Biraz önce çatıdan alıp eve getirdim.
—Biliyorum güzelim, çatıda seni gördüm.
Bu ev bizim yuvamız, çatısı da kuşların.
Çocuksun bugün ama elbet senin de yarın
Bir evin olacaktır. Biri izinsiz girsin
Her şeyini alıp da götürsün ister misin?
— Hayır, istemem, hatta girenleri
döverim!
— Ya bu kuşun annesi insan olsa ne
derim?
Oğlumuz evinize girmiş denir mi? Ayıp!
Şimdi o zavallı kuş: “Küçücük yavrum
kayıp.
” Diye üzülür - Üzülmesin bana ne!
—Ah oğlum, yavrusuna dayanır mı hiç
anne?
Öyle sevgi vermiş ki Rabbimiz annelere
Bin defa kalbi durur üzgün görse bir
kere
Onun için anneye karşı gelmek çok günah;
Annesini sevmeyen kimseyi sevmez
Allah...
Yavruyu yuvasına koy, annesi sevinsin.
Zavallının gönlünde çalkanan acı dinsin.
Anneler yavrusunu her şeylerden çok
sever.
Haydi, oğlum, yavruyu götür annesine
ver.
— Olur anne. — Çok yaşa benim güzel
çocuğum!
Güzel oğlum, bir tanem, akıllı
yavrucuğum!
Bilal Coşkun (Yavru Kuş, MEB Yayını) |